DİN ve SİYASET
Yüzyılımız bir çok insanın beklemediği, siyasi, ideolojik, teknolojik sürpriz gelişmelerle geçiyor. Bunları tek tek irdeliyecek değilim elbette. Başlıktan da anlaşılacağı üzere yüz yılımızda din ve siyaset arasındaki ilişkiyi konuşalım ve değerlendirelim istedim.
Bütün büyük dinlerin tarih içersinde hükümdarlıklara, krallıklara ve devletlere arka planda nasıl şekil verdiği ortadadır. Birçok hükümdarın veya kralın baş danışmanı hep bir din adamı olmuştur.
Avrupa tarihini inceleyecek olursak papalık kurumunun krallıklar üzerindeki güçlü etkisini görmemek mümkün değil. Arap ülkelerinin tarihine bakarsak; islamiyetle birlikte Avrupa dan farklı olarak direk dini kurallarla ve din adamları ile yönetildiklerini görüyoruz.
Türk lerin tarihinde de bu durum pek farklı gelişmemiştir. İslam öncesi veya sonrası dini otoritelerin devlet yönetime etkisi kimi zaman gizli kimi zaman aleni fakat hep güçlü bir şekilde olmuştur.
Yüzyılımız başları, dinin siyasete olan bu güçlü etkisini yitirdiği gibi bir görüntü sergilemekteydi. Değişen eski ideolojiler, yeni akım ve kavramlar farklı bir dünya siyasetinin geliştiği gibi bir izlenim vermekteydi. En azından din yönetime eskiye göre fazla dayatma yapamıyor, toplumu yönlendiremiyor. Aksine yönetimler dini görüşlerden ziyade globalleşen dünya siyasetinden etkileniyor, laik bir yönetim anlayışı tüm dünyayı sarıyor şeklinde bir gelişme gibi görünüyordu.
Fakat yüzyılın sonlarına doğru bu tablonun gerçek bir görüntü olmadığı, dinin siyasi ve toplumsal olaylara etkisinin hala güçlü bir şekilde devam ettiğini gösterdi bizlere.
Avrupa, Ortadoğu ve Amerika da din siyasete giderek daha fazla karışmaya başladı. Emperyalizm karşısında sosyalizm ve komünizmin kaybettiğinin ilan edilmesi (ki bu ilanı verenlerin telaş içersinde yanılgılarını gizleme çabası ile yaptıkları ayrı bir tartışma konusu olabilir) dini tabuların hoşgörü ve ahlaki değerler kisvesi ile kabul edilmesine yol açtı. Bu aydınlanma karşıtı hareketten sizlerinde fark ettiği gibi en çok ifade özgürlüğü nasibini aldı.
Günümüzde artık ABD başkanlarının göreve gelirken Tanrıya ve ülkeye yemin etmeleri, Britanya parlamentosunun her oturuma Hıristiyan duaları ile başlaması, Vatikan ın Avrupa anayasa anlaşmasının giriş bölümüne Tanrı'nın tanındığına dair bir ifade eklenmesi için baskı kurması, ülkemizde devlet yönetiminin açık açık bir şeyhe bağlılığını göstermesi topluma oldukça normal gösterilmekte. Hatta bunların eksikliğinin yanlış olacağı inancı yerleştirilmekte ve fark ettirilmeden laik devlet anlayışı ve düzenine zarar verilmektedir.